MUŞ İLİNDE YETİŞMİŞ ÜNLÜ İLİM VE
DEVLET ADAMLARI
Halk Şairi :Muştak Babab
Edebiyatçı :Arap Zade Muhammed hamdi Efendi
Devlet Adamı : Haci İlyas sami Efendi
Din Alimi : Molla Ahmet Efendi
Din Alimi : Molla İbrahim Efendi
Politikacı : İsa Bingöl
Şair : Mehmet Salih San
Edebiyatçı : Mehmet Ali Ermiş
Şair : Kasım Saraç
Şair : Nurettin Yıldırak
Devlet Adamı : Ahmet Feridun Gültekin
ANLATMALAR
Efsaneler : Kızıl Ziyaret Efsanesi,
Hikayeler : Üçkardeşler Hikayesi, Kambur
Hikayesi
MUŞ’UN YETİŞTİRDİĞİ TARİHİ ŞAHSİYETLER
Arapzade Muhammed Hamdi Efendi
1814 yılında Muş’ta doğmuştur. Arapçayı çok
bildiği için kendisine Arap zade lakaba verilmiştir. Bir asra yakın bir
zaman yaşayan ünlü bilgin 10 yaslarında okumaya başlamış, devrinin ünlü bilgim
Ehvedîzade Hüseyin Efendi Medresesinde öğrenimini tamamlamış, uzun süre
Alaeddinbey Medresesinde öğretmenlik yapmıştır. Sultan Abdülaziz
tarafından kendisi birinci İlim Nişanı ile taltif edilmiş, bir fermanla
Varto kazasından yedi köyün asanı kendisine bağlanmıştır.
Muhammet Hamdi Efendi kendi arasında
yaptırdığı bir medresede derslerine devam etmiş, öğrencileri Birinci
Devre Muş Mebusu İlyas Sami Bey, Osman Kadri Bey, Varto Müftüsü
Mehmet Halit ve Ha¬cı Abdurrahman gibi şahsiyetler Muhammet Hamdi Efendinin
Medresesinden yetişmişlerdir.
Bilginin basılmış olan Mecmuai-Ulum adlı
eseri ile basılmamış bulunan Kevneyn ve Errahman tefsiri adlı eserleri
vardır. Muhammet Hamdi Efendi 1917 yılında Diyarbakır’a gitmiş, aynı yıl burada
vefat etmiştir.
İlyas Sami (Muş) Bey
Muşta doğmuştur. Rüştiye ve idadiyi
bitirerek Muhammed Hamdi Efendiden ders almıştır. Kısa za¬manda
kendisini yetiştirmiştir. 1908 yılında Osmanlı Mebusan Meclisine
seçilmiştir. Bu meclisin İngiliz¬ler tarafından basılarak dağıtılması neticesinde
sürgün edilen mebuslarla birlikte İlyas Sami Beyde Malta’ya sürülmüştür.
Uzun bir sürgün hayatından sonra oradan kaçarak Yurdumuza gelmiş,
Ankara'ya gitmiştir. Soyadı Kanununun kabul edilmesinden sonra
Muş'lu Soyadını almıştır.
Bir aralık Türkiye ile Rusya arasındaki
ilişkileri tanzim etmek üzere Rusya'ya delege olarak
gönderilmiştir. Arapça, Farsça, Rusça öğrenmiştir. 1945 yılında İstanbul
da ölmüştür.
Alâeddin Paşa
Muşludur. Önceleri Muş ve çevresinin bütün
aşarını alarak çevreyi derebeyleri gibi yönetmişlerdir. Ancak
sonraları bu davranışlarından vazgeçerek ile en büyük hizmetleri yapmışlardır.
İlkönce Muştaki Murat Paşa, Maksut Paşa, Alâeddin Bey Medreselerini
açmıştır. Buraların bütün giderlerini karşılamışlardır.
Ayrıca Murat Paşa Camiini, Alâeddin Bey Camiini yaptırmış, Çarşı içerisindeki
büyük hamam ile civarındaki bütün dükkânlarını tamamlayarak vakfetmiştir.
Vakfiyelerine birçok tarla ve arsa eklemiştir.
Türklüğün, İslâmiyet’in yayılmasında
en büyük hizmeti gören Alâeddin Paşanın hizmetleri dilden dile devam
etmektedir. Mezarı Alâeddin Bey camiindedir
Osman Kadri Bey
Eski mutasarrıflardan Talip Efendinin
oğludur. Çok küçük yaşlarda okumaya başlamıştır. Devrin ünlü âlim
ve müderrisleri Arapzade Muhammet Hamdi Efendiden, Hacı Tayyip Efendiden,
Molla Ha¬lil Efendi’den dersler almıştır. İdadi ve Rüştiyeden
sonra bu medreselere devam ederek İcazet almıştır. Arapça ve Farsçayı çok
iyi öğrenen bilgin sonradan Fransızca da öğrenmiştir. Çeşitli devlet
hizmetlerin¬de bulunan Osman Kadri Bey Birinci devre Muş
Mebus’luğuna seçilmiştir. 1931 yılında vefat etmiştir. Basılmamış
eserleri vardır.
Molla Mehmet Efendi
Muşludur. Alâeddin Bey ve Maksut Paşa
medrese¬lerinde tahsilini tamamlamıştır. Devrin ünlü âlimleri Hacı Tayyip
Efendi, Muhammet Hamdi Efendi den dersler almıştır. Uzun müddet Muş
Müftülüğünde bulunan bilgin birçok talebe yetiştirmiştir. 3000 ciltlik
kütüphanesi bulunan ünlü bilgin 1952 yılında vefat etmiştir.
Şeyh Şükrü Efendi
Tahsilini çeşitli illerde tamamlamıştır.
Bir müddet Muş Müftülüğünde bulunmuştur. 1952 yılında emekliye
ayrılmıştır. Rufai tarikatına mensup olup bu tarikatın Halifesi
olmuştur. En büyük meziyeti İçkiye fazlaca düşkün olan vatandaşlarla ilişki
kurarak bunları Islah etmesidir. Aynı şeyden mustarip olan birçok
vatandaşlarımızı Islah etmiştir. 1971 yılında vefat etmiştir. Hatırasını her
Muşlu hürmetle yâd eder.
Molla İbrahim Efendi (Muğakom Köylü)
Muşun Muğakom (Çatbaşı) köyünde doğmuştur.
Murat Paşa ve Alaeddin Bey medreselerine devam eden ünlü âlim, Muhammet
Hamdi Efendiden İcazet almıştır. (Diploma) Bir müddet Murat Paşa
Medresesinde müderrislik yapan âlim, bilahare kendi köyüne
çekilerek talebe yetiştirmiştir. Sultan Abdülaziz tarafından ilim
nişanı ile taltif edilen âlim ölünceye kadar ilmiye sınıfından emekli maaşını
almıştır. 1953 yılında vefat eden âlim Arapça ve Farsçayı ana lisanı gibi
öğrenmiş birçok tercümeler yapmıştır.
İlin Diğer Bilginleri
Hacı Tayip efendi,
Molla Resul-i Sipiki,
Şeyh Fethullah Efendi,
Şeyh Halil Efendi,
Şeyh Mustafa Efendi,
Şeyh Yusuf Efendi
Şeyh Halit Efendi
MUŞUN YETİŞTİRDİĞİ OZANLAR
Müştak Baba
Asıl adı Mustafa’dır. Bitlis de doğmuştur,
sonraları Muş'a gelerek yerleşmiş eserlerini de Muş'ta vermiştir.
Karasu hamamı karşısında Talip Yeşilbaş’a ait evin bahçesinde ki
mezarının üzerinde bulunan kitabe¬de şunlar yazılıdır.
Gitti kutbül arifin, Mürşidi Agâh idi, Yüz
tutup Dergahı Hakka bir lahza da kıldı harb, Arifi Billâh idi, hem
Mürşidi Agâh idi, Yüz tutup Dergahı Hakka ruzuseb kıldı şitap,
Mutu-Kable Ente-Mutu sırrına mahrem idi, Aşık olan hem çürümüş böyledir doğru
cevap.
Başucundaki mermer taşta da şunlar
yazılıdır: Bu Sait ve şehit merhum ve Mağfur Alim ve bütün irfanı üzerinde
bulunduran zamanın teki, Allah'ın rahmet ve mağfiretine muhtaç olan
Hacı Mustafa MÜŞTAK BABA adıyla meşhur olan Molla İbrahim oğlu mazlum en
katledilmiştir. (Sene 1233.)
Yukarıda kitabeden de, halktan
aldığımız bilgilerden de ve divanından aldığımız ve aşağıda
belirteceğimiz örneklerden alıyoruz ki, Müştak Baba zamanında bütün
ilimlerini tahsil etmiş, Fazıl ve âlim bir şahsiyettir.
Yaşadığı müddetçe bol bol seyahat
etmiştir. Bu seyahatlerinden birinde İstanbul'a gitmiştir. Zama¬nın
Padişahı İkinci Muratla görüşüp tanışmıştır. Pa¬dişah kendisine şöyle bir soru
tevcih etmiş. Neye MÜŞTAK’SIN demiş. Müştak baba da, Çiçeğe,
Gerçeğe, Göçeğe (Dervişlik) cevabını vermiştir. Padişah bu cevaptan
ziyadesiyle memnun olur. Müştak Babayı taltif eder.
Bu durumdan kuşkulanan bazı çevreler Müştak
Babayı Muş'a gelirken Erzurum yolu üzerinde boğ¬dururlar. Oysa Müştak
Baba Mutu-Kable Ente-Mutu Ayetinin sırrına ermiş, ölmeden ölmüş
nihayetsiz kalabilmenin gönüllerde yaşayabilmenin yolunu bulmuş, büyük
bir kişidir.
Müştak Baba inanmış, yaşamış, yazmış
işte Divanından bazı örnekler
Biz aşıkı şeydayız Müştak-ı cemaliz
biz Hayranı temaşayız, Müştak-ı Cemaliz biz.
Biz bülbülü gül zarız, her şamu -
seher zarız Biz bende-i Mevla’yız Müştak-ı Cemaliz biz.
Ne Talib-i dünyayız, ne Ragıb-ı
ukbayız Biz Aşık-ı Billâhız Müştako Cemaliz biz.
Biz nağme-i tamburuz, avaz ile
meşhuruz Zahitlere mesturuz, Müştak-ı Cemaliz biz.
Biz Arif-i Agâhız, biz aşıkı Billâhız
Maşuk ile hemrahız, Müştak-ı Cemaliz biz.
Candan geçerem herdem, cananımı
gördükçe Ebkem olurum Billâh, Sultanımı gördükçe
Daire-i aşk içre, devran ederem gir
yan Gafiller olur handan, devranımı gördükçe
Bu hasret ile varsam, gülzar-ı
temennaya Bülbüller olur hayran, efgammı gördükçe.
Bir görmek ile ey dost, oldum sana
efkende Bari medet et cemim, gir yanımı gördükçe.
Takrir edemem Müştak efsane-i hicranı
Erbabı bilir ancak divanımı gördükçe.
Ey servi sehi Kameti
bostan-ı Melahet tuba-i neza ket
Vah gül beni nazik çimenistan-ı
letafet arayiş-i cen¬net
Kâkül müdür ol, yoksaki bir deste-i
sümbül zenciri teselsül
Ser rişte-i devletmi veya perde-i
hikmet Alayiş-i Kudret
Zannım bu ki bir pak nazardan almış,
feyzi hüner almış
Aşıklarına her dem eder lütfile şev
kat, mürşidine rahmet.
Zülfün senema, ebruların tiği
kazadır, püsküllü beladır
Müjganilerin tiri sitem gözlerin,
afet, Mahmur-i muhabbet.
Mahbub-i Veli hüsnü Kemal ât ile mergup,
adap ile mahcup
Gayette hüner mendu Zeki kani belagat
Ummanı fesahat.
Haklak-ı Ezel Ahsen-i surette
bezetmiş, öğmüşde yaratmış
El kıssa serapa hüneru tabe teravet,
Gülzar-ı Seha bet.
Bir ben değilem şimdi cihan güsnüne
MÜŞTAK, bin şevk ile uşşak
Hayran-ı temaşa-i Cemal oldu temaınet,
Yarap bu ne Hikmet.
Bu ünlü ozanın divanından başka birde ASAR
adlı eseri vardır. Bu eser basılmamıştır. El yazması nüshası vardır ancak
ele geçmesi mümkün olmamıştır.
Divanında Edebiyatımızda akrostiş denen yat
türünden bir şiirinde (16 cümlelik bir şiirdir. Ankara Hacı Bayram
okunmaktadır.
Mustafa’nın, “Müştak” mahlasını almasına
sebep olan olay şudur: Eserlerini ve divanını yazdıktan sonra, günün
birinde bunları Bitlis'te bulunan ve “mazennei kiram dan sayılan
Üryani Baba'ya götürür. Bu zat, daha kitaptan okumadan,
“Asarülmüştak fiesrarül-uşşak” der. Mustafa, o günden itibaren, “Müştak”
mahlasını alır ve eserlerine “Asar” adını verir. Sonraları da,
gösterdiği “kerameti andırır bazı hallerinden ötürü halk arasında “Müştak
Baba” diye anılır. Bir beytinde bu yanını şöyle dile getirir: Öyle Müştak'ım ki
Mûştak'ı Hûda derler bana. Ben de naçizim amma şehri yarım
dildedir.” Hacı Bayramı Veli'ye derin bir hisle bağlı olan
İstanbul'da basılmış bir divanı vardır.
Hacı İbrahim Ejder (Kendi kalemiyle)
1923 yılının eylül ayında Şebinkarahisar’ın
Bildor köyünde dünyaya geldim. Bilahare babam mez¬kûr kasabanın Alişar
köyüne yerleşmiş. 1933 yılında anne memleketim olan canımdan çok
sevdiğim Malazgirt’in Balkaya köyüne gelip yerleştim. Köyümüzde okul yoktu,
bende okuma hevesi vardı. Hasankaleye giderek ilkokulu orada
bitirdim. Daha ileriye gidemeyerek askere gitmek zorunda kaldım.
Askerliğimi müteakiben 1949'da İstanbul'a giderek 1950 yılına kadar orada
çalıştım. Boş zamanlarımda elime geçen kitapları okudum. Okumaya
aşırı tutkunluğum yüzünden şiir yazmaya başladım. 1957 tarihinde tekrar Malazgirt’e
dönerek yerleştim. Şiir yazarım elimde yazılmış hikâye ve şiirlerim
vardır. Memleket davalarını düşünür aşın uçlardan nefret ederim.
ZERZEVAT HARBİ
Tere ile tarhın cenge durdular
Aş otu maydanoz arka verdiler
Boz limonun kafasını kırdılar,
Kan dökücü oldu bu zerzevatlar.
Lahana diyor ki: Hacıyım Hacı
Karpuz diyor ki: kavga başımın tacı
Fasulye hırsından çekti kılıncı
Harp ilân etti bu zerzevatlar.
Havucun askeri karakol dizer
Patates askeri devriye gezer
Levazımcı soğan istihkak yazar
Cepheye koştu bu zerzevatlar.
Domates vezirdir biber yaveri
Pırasa içtima etti askeri
Tencere şehridir, ordugâh yeri
Yürüyüşe geçti bu zerzevatlar.
Elmanın askeri kılıçtan geçti
Üzümün askeri hep şehit düştü
Portakal korkudan dörtyola kaçtı
Zaferi kazandı bu zerzevatlar.
General şeftali kabağı buldu
Padişahım dedi: bak neler oldu
Sizin asker bizim orduyu kırdı
Bari sulha gelsin bu zerzevatlar.
Padişah kabak bir emir verdi
Bütün askerleri basma derdi
Kılıçla bunları hep yere serdi
Dünyaya göz yumdu bu zerzevatlar.
Tencere bunlara bir mezar oldu
Ateş münkir nenkir gibi sualler
Tabaklar mahşeri meydanı oldu
Şimdi cevap verin be zerzevatlar.
Kaşık terazi olmuş günah tartıyor
Dişler zebanidir yırtıp atıyor,
İfadesiz cehenneme katıyor,
Tam yerinizi buldunuz be zerzevatlar.
FAYDASIZ MURAT
Sessiz küskün akan murat
Nedir derdin söylesene
Ovaya çor bakan murat
Bizi ihya eylesene
Yaz boyunca muhabbetin;
Ördeğinen bir kazınan
Faydasız bu sohbetin
Bizi mamur eylesene
Kışın bağrın bağlar buzu
Su içemez koyun kuzu
Nedir sendeki bu arzu;
Bize derdin söylesene
BİZİM EVİN DİRLİĞİ
Sürüyü kurt yemiş inek şaşılmış
Tavuklar tilkide kümes dağılmış
Akılsız çobanlar çölde uyumuş
İçerler şarabı tas dolu dolu
Hem sağa hem sola ayrıldı birlik
Huzur firar etti kalmadı dirlik
Dirlik olmayınca bastı fakirlik
Şimdi bizim evde yas dolu dolu
İki kardaşım var kel ile sağır
Yıhtılar evimi ettiler ahır
Dilersen yalvar istersen bağır
Silinmez içleri pas dolu dolu
Ne tencere kalmış ne tas ne tava
Yıkılmak üzere kurulu yuva
Kaç burdan Ejder bozuldu hava
Başına yağacak taş dolu dolu