GELENEKLER
Muş ve çevresinin sosyal hayatında
geleneksel yapı hâkimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk Devlet
geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen
korumaktadır. Zira Türk devletleri Tarihinde, aileler birleşip obaları; obalar
birleşip aşiretleri, aşiretler birleşip oymakları; oymaklar birleşip
beylikleri, beylikler birleşip devletler oluşturuyorlardı. Bu noktadan
hareketle töreler inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle
köylerimizde bu hayat biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak
karşımıza çıkar.
DOĞUM TÖRENLERİ
Muşlular esasen kalıplaşmış ve eskiden beri
devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi gelenek ve göreneklerini devam
ettirmektedirler. Doğum törenleri de modern tıbbın hayatımıza girmesiyle
unutulmaya yüz tutmuştur.
Doğuma Hazırlık:
Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik
yapılarak hazırlanılır. Güzel kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayı
yıkanır ve yeni elbiseler giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen)
denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilir. Komşuların
hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen misafirlere ikram edilir. Doğum
zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından
karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum
gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder. Doğum müddetinden kırk gün
sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle birlikte eşini
kayınpederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi ya da
kayınpeder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.
DOĞUM SONRASI TÖRENLER
Ad Verme:
Çocuğun doğumunu müteakip 3–7 gün
içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri ve anne (gelin) tarafının
büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet edilirler. Büyüklere danışılmadan
ve onay alınmadan büyüklerden herhangi birinin adının bebeğe verilmesi hoş
karşılanmaz.
Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek
kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa tekbir okunarak bebeğin ağzına
kızılcık ya da içinde şeker eritilerek hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin
sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her çocuk için maddi durumları iyi olan
ailelerce ‘Akika’ denilen kurbanlar, fakir ailelere dağıtılmak amacıyla
kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.
Beşik:
Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne
ayağa kalkarak evin dışına çıkar. Loğusa annenin, anası kız kardeşi
babasını evlerine gönderme amacı ile bu merasim düzenlenir. Kırkıncı günde eve
yakın komşular ve akrabalar davet edilir. Her davetli yanında çocuk için giyim,
beşik aksesuarları çeşitli hediyeler getirirler. Bu hediyeler arasında nazar
boncuğu mutlaka bulunur. Getirilen bu hediyeler, önceden hazırlanmış
beşiğe ya da yastığa iliştirilir ve hayır duada bulunulur...
Misafirlerin gitmesinden sonra yaşlı ve
saygın bir bayan tarafından (genelde loğusa annenin kayınvalidesidir) bir
leğende ‘Kırk Suyu’ hazırlanır. Çocuğun saçını kesmekle görevli kişice çocuğun
saçı kesilir ve çocuk yıkanmaya alınır. Tas veya büyükçe bir tahta kaşıkla su,
‘Kırk Suyundan dua ve niyazlarla alınıp çocuğun başına dökülür ve annesinin
ziynet eşyalarının batırılmış olduğu ılık suda yıkanır. Daha sonra yıkama
işini yapan hanım tarafından bir defa sallanır ve kurulanıp pudralanarak
giydirilir ve kundaklanır.
Bebeğin tıraşındaki saçı toplanarak
tartılır. Bu saçın ağırlığınca altın, gümüş ya da para, tıraşı yapana verilir.
Zengin aileler de adak kurbanı keserek etini yedi yoksul aileye dağıtırlar.
Bebeğin saçı ise yeni bir beze sarılıp saklanır.
Sünnet Merasimi:
Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine
alan bir yakının kirveliği eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya
bir haftalık iken ya da yedi yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün
ailesi de sünnet olan çocuğun ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın
doğmasına sebebiyet verir. Bu gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan ‘Putlaç’
geleneğinin uzantısı olarak çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin
ailesi ile çocuğun ailesi arasında, - İslam’dan gelen bir hüküm olmamasına
rağmen- kız alıp vermeme ve kirveliğin akrabalık derecesine
vardırılmasıdır.)
Diş Hediği:
İlimizde çocuğun ileride hangi mesleği
seçeceğini belirlemek amacıyla veya gurbette bulunan çocuğun hal ve durumunun
nasıl ya da ne şekilde olduğunu anlamak için uygulanan bir takım pratik ve
yorumlara dayalı fal şeklidir.
Çocuk ilk dişini çıkardığında yakın
akrabalarının katılımıyla ‘Diş Hediği’ adı verilen küçük bir merasim de çocuğun
önüne her birisini ayrı mesleği temsil eden bıçak, kalem, kitap, bilezik, ekmek
gibi nesneler bırakılır. Çocuk bunlardan hangisine uzanır ve alırsa ileride o
mesleği seçeceğine inanılır. Eğer çocuğun diş çıkardığının farkına ilk annesi
varır ve bir büyüğe sürpriz yaparsa çocuğun dişlerini gören ilk kişinin de
çocuğa hediye alması usulden de olsa gerekli hale gelir.
EVLENME GELENEĞİ
İlimizde ataerkil aile düzeni hâkimdir. Bu
nedenle geleneksel olan görücü usulü ile evlenme Orta Asya’dan gelen bir yaşam
biçimi olarak karşımıza çıkar.
Bilindiği üzere Dede Korkut Destanlarından
Bamsi Beyrek, evlendirilmek istendiğinde babası, Kanlı Koca’ya evleneceği kızın
vasıflarını ve bu vasıflar doğrultusunda evleneceğini, kızı görmeye bu şekilde
gidebileceklerini ifade etmiştir. Hatta günümüzde izleri yavaş yavaş silinmeye
başlayan Beşik Kertmesi olayının benzerine de Dede Korkut Destanlarından Bamsi
Beyrek hikâyesinde rastlıyoruz.
Kız Görme (Bakma):
Kız görmeye (bakmaya) erkek tarafının
büyükleri karar verir. Aracılara müracaat edilir. Kız tarafına yakın
(genellikle akraba) birinin vasıtasıyla ya haber gönderilir ya da beraber
görücü gidilir.
Görücü gidenler, kızın ev içerisindeki hal
ve hareketlerini, güzelliğini gözlerler. Kızdan, el ve ev işlerindeki
becerilerini görmek amacıyla işlediği nakışları göstermesi istenir. Usulen su
istenir. Su verirken gelişine, yürüyüşüne; suyu verirken duruşuna dikkat
edilir. Kız da bu konularda dikkatli ve eğitimlidir. Suyu ikram ederken elini
göğsüne koyar ve saygıyla hafifçe tebessüm eder. Bunu bardağı geri alırken de
yeniler. Bu hareketler, kızın aile terbiyesi ve inceliği açısından önemli
göstergeler olarak kabul edilir. Görücüye gelen misafirler giderken yine
gelin adayının ayakkabılarını nasıl önlerine koyduğuna dikkat ederler.
Kız İsteme ve El Öpme:
Bu konu iki aile arasında ortaklaşa tespit
edilir. Genellikle perşembe günleri kız istemeye gidilir. Günümüzde hafta
sonları da ‘kız istemeye’ dâhil edilmiştir. Erkek tarafı yakın akraba ve
komşularının ileri gelenleri ile birlikte erkekli kadınlı yatsı namazından
sonra kız evine giderler.
Erkekler ayrı bir odada toplanırlar. Yapılan
ikramlar özellikle kabul edilmeyip önce hal hatır sorularak erkek tarafının en
yaşlı olanı söze başlar
— Efendim siz bize buraya neden geldiğimizi
hiç sormadınız?
(Kızın velisi biraz sıkılgandır.)
— Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Misafire
niçin geldiniz diye sormak bizim gelenek ve göreneklerimizde yeri yoktur,
ayrıca bunu sormak bize düşmez.
— Eh o halde biz buraya niçin geldiğimizi
açıklayalım: Biz buraya Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızınız .......’yi
oğlumuz .........’e istemeye geldik. Kulun takdirinden çok Takdir-i Huda
önemlidir. Rızayı-i Bariye itaat etmek gerekir. Hz. Peygamberimiz
‘evlenin’ diye buyurmuşlardır. Bu sünnette uymak muteberdir.
İcap etmesi durumunda diğer misafirlerde
söze karışırlar. Neticede kızın babası kendi ev halkının ve kızının görüşünü de
aldıktan sonra ve uygun görülmüşse şunları söyler: “Misafirler siz hoş
geldiniz, sefa geldiniz. Siz böyle uygun görüyorsanız ben de bir kızdır size
kurban ettim. Allah mutlu ve hayırlı etsin” diyerek rızasını bildirir. Bunun üzerine
erkek tarafının en genci kız tarafının en büyüğünden başlayarak ellerini öper.
Bu törene ‘el öpme’ denir. Bu arada hazırda bekletilen fakat başta kabul
edilmeyen ikramlar yeniden talep edilir ve koyu bir sohbet ortamı sağlanmış
olunur.
Kadınları bulunduğu odaya da haber salınır.
Erkeğin annesi, babası veya bacısı gelin adayına söz yüzüğünü takarlar. Çeşitli
ikramlardan sonra erkekler arasında gelin adayı tarafına istenen hediyeler
konuşulmaya başlanır. Bu hediyeler genelde at, silah, takı ve başlık parası
kararlaştırılır. Bazı yörelerimizde başlık parasına” Süt Hakkı” denir. Bu
adetler günümüzde unutulmaya yüz tutmasına rağmen az da olsa bazı köyler de bu
adetler halen sürmektedir.
Şerbet İçme:
Nişan törenine yörede ‘şerbet İçme’
denilmektedir. Bu tören genellikle pazar günleri yapılır. Erkek tarafı, eş-dost
dolaşarak ya da koçurgan (davet edici) vasıtasıyla tören duyurulur. Şerbet İçme
töreni kızın evinde yapılır. Erkek evinden en az iki kadın şerbet ezmek ve
dağıtmak üzere sabah erkenden kız evine gider. Erkek evinden getirilen şeker,
suda eritilir ve şerbet renklensin diye içine kızılcık şekeri katılır. Şerbet
ikramı sırasında biri misafirlere kuru, diğeri ise ıslak havlu tutarlar.
Erkek tarafının davetlileri öğleye kadar
törene katılırlar. Misafirler, erkeğin babası ve mahallenin hocası tarafından
karşılanır. Şerbet, gümüş kupalarda ikram edilir. Erkeklerin töreni bitince,
kadınlarınki başlar. Tören gece yarısına kadar sürer. Kadınlar, önce erkek
tarafının evinde toplanırlar. Sonra topluca kız evine giderler. Burada önce
eğlence faslı başlar; kadınlar bir ağızdan oyun havaları söyleyip def çalarlar.
Bu şenlik vakit ilerledikçe nişan yapılacak yere doğru kayar. Erkek tarafının
eşya sandığı odanın ortasına konulur. Sandık açılır, içindekiler teker teker gelen
kadınlara gösterilir. Takılar gelin adayına takılır. Buradaki tören
böylece sürer gider.
Sabah kız tarafı bir sürahi şerbetle nişan
yüzüğünü erkek evine yollar. Damat adayı nişan yüzüğünü parmağına takar ve
yüzüğü getiren kadına şerbet ve bahşiş verir. Nişanla düğün arasında
geçen her ayda ‘Pay Töreni’ (Gelin Görme) yapılır. Erkek evi, bir tepsi
kurabiye, baklava, tatlı, elbise, bilezik, terlik gibi hediyeler gönderir.
Güveyi Giydirme:
Düğün genellikle çarşambadan başlar.
Davetlilerin öğleyin güveyin evinde toplanmalarıyla Güvey Tıraşına başlanır.
Berber tıraşa başlayınca sesi güzel olanlar yanık türküler okurlar.
Berber bahşiş almak için ‘ustura kesmiyor’ diye birkaç kez durur. Tatmin edici
bahşişini aldıktan sonra tıraşa devam eder. Tıraştan sonra damadı giydirme
işlemine başlanır. ‘Damatlık’ elbiseler, güveyin başı üzerinde üç kez
dolaştırılarak tek tek giydirilir. Güveye elbiseleri sağdıçlar giydirir.
Güveyin iki sağdıcı olur. Bunlardan biri
evli, diğeri ise bekâr olur. Damatlık giydirildikten sonra sağdıçlardan biri
damadın sağ koluna girerek gelen davetlilerin önünde saygı gösterisi olarak
durulur ve ilk önce aile büyükleri olmak üzere büyük olanlarının elleri
öptürülür. Bu törenin ardından topluca yemek yenilir.
Gece Düğünü:
Gece düğünü, yatsı namazından sonra başlar.
Misafirler hep beraber çalıp eğlenirler. Eğlence aracı genellikle
davul–zurnadır. Bu arada damadın sağdıçlarının yerine oturmak isteyen ya da
sağdıçların iyi hizmet etmediklerini gören davetlilerden biri, çarşıdan bolca
yemiş alarak döner ve sağdıçlara şöyle der: “Bu yemişleri şimdi dağıtacağım. Ya
bedelini ödersiniz ya da biriniz yerinden kalkar, sağdıç ben olurum.” Yemişler
dağıtılır. Sağdıçlar da bedelini öderler. Yemişi çarşıdan alıp getiren kişi
düğünü terk eder. Eğer sağdıçlar yemişin karşılığını ödememişler ise biri
yemişi getirene yerini bırakmak zorunda kalır. Ama yerini bırakma çok büyük bir
hakaret olarak kabul edildiğinden, yeri terk etmektense neyse bedel ödenir.
Kına:
Gelinin baba evinden ayrılışın ilk işaret
kına yakmak törenidir. Gece düğün sürerken kına töreni yapılır. Düğün evindeki
davetlilerden kadınlı erkekli bir bölümü kız evine gider. Erkekler ve kadınlar
ayrı odalarda eğlenirler. Kadınlar, götürdükleri çerezleri misafirlere
dağıttıktan sonra bir tepsi içinde kına getirilir. Tepsinin çevresi mumlar ile
donatılarak ortaya konur. Gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakılır. Kına
yakılırken gelinin annesi tarafından hediye olarak gelinin kınalı eline altın
bırakılır. Bu arada yanık türküler, maniler. Okunur.
Bu türkülerin en yaygını evden ayrılan
kızın annesine hitaben söylediği “Hıneyi Getir Ane”dır:
Hıneyi getir
ane
Maydanoz bağladılar
Kalede var çeperler
Parmağı batır
ane
Ciğerim
dağladılar
Çepere su seperler
Bu gece
mısafıram
Men şoförü almazdım
Uzak yoldan geleni
Al koynan yatır
ane
Başıma
bağladılar
Terli terli öperler
Bu türküler okunurken gelin ağlar, erkek
tarafı ise güler. Misafirlere de kına dağıtıldıktan sonra eğlenceler
sürdürülür. Kınacılar düğün evine yani erkek tarafının evine döner. Bunlardan
‘yenge’ denilen üç bekâr kız gelinin yanında kalır. Uyuyanların eteklerini
birbirine dikmek, uykuda iken birbirinin yüzünü boyamak gibi eğlenceler gece
boyu yapılır.
Damadın kınası, düğün evinde yapılır. Kına
tabağı içindeki mumlar yakılır ve evin genç kızlarınca içeriye getirilir. Biraz
eğlenildikten sonra damadın sağ elinin serçe parmağına kına sürülerek bağlanır.
Davetliler de parmaklarına kına sürerler. Her iki kına töreninde de çalgıcılara
bolca bahşiş verilir. Damadın yakınları gece düğün evinde sabaha kadar eğlenme
için kalırlar.
Gelin Götürme:
Sabahın erken saatlerinde düğün alayı kız
evine gider. Kız evinde kapı genellikle kapalı tutulur. Kapının açılmayacağını,
açılabilmesi için taleplerini şöyle dile getirir: “ya tabanca ya para, ...
İsterim. Vermezseniz kapıyı açmam”. İstedikleri ya temin edilir ya ad gönlü hoş
edilerek kapı açtırılır.
Gelin hazır olunca bir koluna damadın
sağdıçlarından biri, diğer koluna ise kızın kardeşlerinden biri girerek gelin
yavaş yavaş baba evinden çıkarılır. Gelin bütün ailesi ile helalleşip
vedalaşır. Anne ve baba kızlarına, “iyi bir gelin olasın, kaynananın sözünden
dışarı çıkmayasın. Yoksa emeğimizi ve sütümüzü helal etmeyiz” derler.
Gelin alayının dönüşü mutlaka farklı yoldan
olmalıdır. Alay, yolda bahşiş almak isteyenlerce kurulan barikatlarla sık sık
karşılaşır. Düğün alayından önce gelinin aynası, çeyiz sandığı, yatağı ve diğer
eşyaları gider. Yol boyunca testi kıranlara, su dökenlere de bahşiş verilir.
Damat sağdıçlardan biri ile dama çıkarak
gelini bekler. Gelin attan ya da arabadan inerken başına çerez, bozuk para
serpilir. Paralar bereket getirir inancıyla orada bulunanlarca
paylaşılır. Yemişler de “ağbat başan, (darısı başına)” denerek gençlere
yedirilir. Kapının girişinde gelinin avucuna bal sürülür. Oda bu balı kapının
üst eşiğine sürer. Bu adet ile gelinin-kaynana ilişkinin tatlı olacağına
inanılır. Bereket getirsin diye su dolu küp hızla yere çarpılarak kırılır.
Gelin odasına alındıktan sonra damat ile bir süre baş başa kalır. Damat gelinin
duvağını açarak “Yüz Görümü” hediyesini takar ve sağdıçlarca gezmeye götürülür.
Komşular gelin görmeye gelirler.
Yatsı namazından sonra damat, sağdıçlarınca
odasına götürülür. Damat iki rekât namaz kılar. Damadın ablası kardeşi ile
gelinini el ele tutuşturur: “bunu sana teslim ettim. Seni de Allah’a teslim
ettim” diye nasihatte bulunur. Güvey ile gelin baş başa bırakılır.
Gelin yüz görümlüğünü almadan damatla konuşmaz.
Sabah namazından çıkılınca sağdıçlar
gelerek damadı evden alır, hamama götürürler. Gelin ise gerdekten üç gün sonra
hamama götürülür. Sağdıçlar hamamdan sonra birer gün arayla yemek verirler.
Pazar günü de damat sağdıçları yemeğe çağırır ve hediyeler verilir.
Muş’ta, evlenme çağına gelen kız,
kısmetinin bağlı olduğuna inanır. Eğer bu kız, arka arkaya üç çarşamba bir
oklava alıp, oklavayı ata biner gibi bacağı arasına alarak minareye çıkar ve
şerefeden üç kere “Kırnavır, âdetiz batsın, it babaliler” diye devir yaparsa o
kızın kısmeti hemen açılırmış ve istemeye gelirlermiş. Bu gelenekte, genç
kızların oklavaya at gibi binmeleri eski Türk din adamı görevi üslenen “Kam
veya Saman”ın ayin sırasında kullandıkları sembolik tahta ata benzemektedir ki
harekette de göğe doğru bir çıkış olması da dikkat çekicidir. Ayrıca, kısmeti
kapalı kızların, kısmetinin açılması için hiç kullanılmamış bir kilidin,
kilitlenerek kilidin Cuma namazından ilk çıkan kişiye açtırılması ile
kısmetinin açılacağına inanırlar.
Muş ilinde ve çevresindeki aşiretlerde,
ölenin ardından acıları dile getiren ağıtlar dökülür. Ağıtçılar ölenin hayatta
iken yaptığı iyilikleri terennüm eder. Yas tutma haftalarca sürer. Yas
sırasında ölü evi badana edilmez, hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz
bu şekilde yas da olduğu belirtilir. Ölen kardeşin eşini alma veya ölen gelinin
kız kardeşi ile evlenme ile öleninin ruhunun rahat edeceğine, huzur bulacağına
inanılır.
DUALAR VE BEDDUALAR
Muş ve çevresinin yaygın değer yargılarını
dile getiren dua ve beddualarda mahalli ağız hâkimdir.
Dualar
Allah ömrünü bereket vere.
Allah birini bin ede.
Allah seni görünür görünmez, belalardan
koruye.
Allah kesene Halil İbrahim bereketi kate.
Ah vah etmeyesen.
Allah seni derde komiye.
Cennet hurisi olesen.
Darloğ yüzü görmeyesen.
Dolu sandoğ ögünde oturesen.
Ellerin dert görmiye.
Elin toprağe atesen altun kesile.
Fatma anamızın komşusi olesen.
Ömrün su kimi uzun ole.
Sen beni incitmemisen Allah de seni
incitmeye.
Şeyh Abdulkadır Geylani, Veysel Karani
duacın ole.
Saçların sene duacı ole.
Yüzün güle munat edesen
Beddualar
Ayağte oturesen, etlerin yere töküle.
Amme ali olesen.
Ah edesen, benim en kötü günümü arıyesen.
Allahından bulesen.
Boyan kefen bicile.
Baba vure yanan.
Burnundan gele.
Ağbatım (akibetim) başan, sağ elim tepende
ole.
Babe çıka sukuman.
Canın keyreni görmiyesen.
Elin ğıne görmiye.
Gorbegor olesen. (ölesin)
Gözlerin elimlan pamuğliyem.
Kıdor kıdor olesen.
Kudumun kırıle.
Muradın gözünde kale.
İtnan alemete, kurtnan kıyamete kalesen.
İsi yatesen soğok kağesen.
Oğaş demiyesen.
Ocağın söne.
Öz başın yesen.
Sesin salların altından gele.
Sam yeli tute.
Sukunum bate.
Şil olesen.
Tavuğ, cücesınnan, zeyistan (lohusa)
kundağınnan, havaran gele.
Toprak başan, kül ömuran ole.
Toğ yidoğun beyrem günü ole.
Kanın içan ağe.
Vurucun atli gele.
Yanın karele.
Üzün gülmiye, üşaktan merhum kalesen.
İNANIŞLAR
Muş’ta, evlenme çağına gelen kız,
kısmetinin bağlı olduğuna inanır. Eğer bu kız, arka arkaya üç çarşamba bir
oklava alıp, oklavayı ata biner gibi bacağı arasına alarak minareye çıkar ve
şerefeden üç kere “Kırnavır, adetiz batsın, it babaliler” diye devir yaparsa o
kızın kısmeti hemen açılırmış ve istemeye gelirlermiş. Bu gelenekte, genç
kızların oklavaya at gibi binmeleri eski Türk din adamı görevi üslenen “Kam
veya Saman”ın ayin sırasında kullandıkları sembolik takta ata benzemektedir ki
harekette de göğe doğru bir çıkış olması da dikkat çekicidir.
Malatya’da kısmeti kapalı kızların,
kısmetinin açılması için hiç kullanılmamış bir kilidin, Cuma namazından ilk
çıkan kişiye açtırılması ile gerçekleşir. Böylece kısmetinin açılacağına
inanırlar.
Muş ilinde ve çevresindeki aşiretlerde,
ölenin ardından acıları dile getiren ağıtlar dökülür. Ağıtçılar ölenin hayatta
iken yaptığı iyilikleri terennüm eder. Yas tutma haftalarca sürer. Yas
sırasında ölü evi badana edilmez, hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz
bu şekilde yas da olduğu belirtilir.
Elazığ, Kars, Ağrı ve Hakkari’de, Malatya
ve Sivas’ta, Adıyaman ve Gaziantep’te, Şanlıurfa ve Erzurum’da gerek Türkmen
olsun gerek Kurmanç ve Zaza olsun hepsinde yine müşterek bir gelenekte ölen
kardeşinin eşini alma veya ölen geliin kız kardeşi ile evlenme ile öleninm
ruhunhu rahat edeceğine, huzur bulacağına inanılır ki, daha önceden orta
asyadaki Türkler de ve Eski Türklerde de bunun olduğu biliniyor.
Uğur
Sağ avucun içi Kaşınırsa Para Gelecek
Çorap Giyerken Evvela Sağ Ayağını Giy Ki
hayırlı Bir Gün yaşayasın
Kara Çarşambalar : Peygamberin Kendine
yapılan Eziyetlerden Kurtuluşunun Kutlama Maksadı ile Sürdürülen bir
gelenektir.
Uğursuzluk
Esnaf Dükkanını dışarıya doğru süpürürse o
gün müşterisi olmaz
Gece sakız çiğnemek Ölü eti çiğnemiş
olursun
Kedi öldüren yedi cami yaptırmalı ki onu
günahından kurtulsun
Kimseye yanan ateş verme ocağın söner
Muş Yöresine Ait Bazı İnanışlar:
- iki bayram arasında düğün yapılmaz ve
nikah kıyılmaz.
- Akşamları tırnak kesilmez.
- Aluç meyvesinin bol olduğu yıl kış, uzun
ve çetin geçer.
Hıdır Nebi – Hıdır İlyas ( Hıdrellez
):
Nisan ayının yirmi ikinci gecesi
Hıdır Nebi, Hıdır İlyas’ın geleceğine inanılır. Gece yağan yağmur damlaları
temiz kaplara alınır. Bu su şifa niyetine içilir Hastalara da verilir.
Vartivar:
Temmuz ayının onbeşinci günüdür.
Bugün yazın en sıcak günüdür. Köylerde toplanan halk koyun sürüsünün bulunduğu
beriye giderler. O gün koyun ile kuzunun birbirinden ayrılır. Koyunlar ayrı bir
sürü kuzular da ayrı bir sürü olur. Kuzuların bakıcısına Berivan denir. Yazın
sıcağına işaret bir tekerleme şöyledir:
Keçel karganın sözü olsa
Vartivarde kar yağar.
Ay Tutulması:
İslam’dan önceki devirlerde Natüralist
inancında olan Türklerde, Güneş ve Ay ile ilgili kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar.
Bazen bu kötü ruhlar Ay ve Güneşi yakalayıp karanlık dünyasına sürüklerler.
Yine İslam’dan önceki devirlerden kalan ve
şu anda hurafe ve batıl olarak kabul ettiğimiz inançlardan biri de ay tutulduğu
zaman Ay’ı ejderin ya da canavarın (Asya Motifidir) yutmaya çalıştığıdır. Ay’ı
ejderden kurtarmak için bağırıp çağırma, davul çalma veya değişik şekillerde
gürültüler çıkarma Şamanizm’den gelen bir inanıştır. Muş ilinde sıkça
rastlanılmaktadır.
Bölgenin diğer illerinde olduğu gibi Muş’ta
da Ay tutulduğu zaman aynen eski Türk inancında olduğu gibi havaya silahla ateş
edilir. Teneke davul çalınıp gürültü çıkarılır. Ay’ın kendisini yutan ejderden
kurtarılacağına inanılır. Yine ayın ilk halini gören kişi hemen yanında kimse
yoksa gözünü kapatıp dilek tutar. Eğer yanında biri varsa o kişiye bakar
ve o kişinin sonraki günlerde uğurlu olacağına inanır ve o günlerin güzel,
bereketli geçeceği kanaatine varılır. İslam’dan sonra Ay’ı ilk gören
kişinin Peygamberimize salâvat getirme geleneği de eklenmiştir.
Eski Türklerde gökte her insanın bir
yıldızı olduğuna inanılırdı. Gökte yıldız kayması olduğu zaman birinin öleceği
düşünülürdü. Bu inanış ilimizde halen geçerliliğini korumaktadır.
Kara Çarşamba:
Tunceli- Bingöl- Erzincan çevresinde ve
Muş’un dağ köylerinde ‘Kara Çarşamba’ olarak kabul edilen ve mart ayının ilk
çarşamba günü erkekler alınlarına ‘kara bir leke’ ya da ‘is’ sürerek ırmak ve
derelere girerek bu karaları temizlerler ve bu ara suya karşı dua ve niyazda
bulunurlar. Ayrıca yabani gül ağacı veya esnek ağaçların uçları kesilir. Bu
uçlar, daire şekli verilmek amacıyla birbirine yaklaştırılır. Hastalıklı
olanlar bu daireden geçirilirken ‘Kurt Kafasının’ ağzını bağlayıp,
“kurtulmamıza sebep olduğun o günün hürmetine hastamıza şifa ver, bugünün hatırına
da sürülerimize dokunma” diye niyazda bulunulur. Günümüzde de ilimizin merkeze
yakın köylerinde bile sürülere dadanmaması için ‘kurtağzını bağlama’ geleneği
devam etmektedir. Bu gelenek ister istemez bize ‘Ergenekon Destanında’ yaşanan
hadiseleri çağrıştırır.
İslam dinin kabulünden sonra bu gelenek
değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri şudur: Peygamber
Efendimize yapılan eziyetlerden kurtuluşunu kutlama maksadıyla halkın bir araya
gelmesi, dua ve niyazlarda bulunmasıyla anılır. Bugün de Şubat’ın son, mart
ayının ilk haftası arasındaki Çarşamba gününde evlerde çokça sevilen yemekler
yapılıp bir kısmı fakirlere dağıtılarak Peygamber Efendimizin ‘Nefsin için neyi
çok istersen başkalarına da ondan iste’ Hadis-i Şerifinin gereği yerine getirilir.
Geleneğe göre bu hafta şubat ayının son
Çarşamba’sından başlayıp mart ayının ilk haftasına kadar devam eder. Bu
haftada Peygamberlere Allah tarafından bazı belalar verildiğine inanılır. Hz.
Eyyüb’ün bu hafta içinde vücudunun yaralandığına inanılır.
Bu hafta içerisinde evlerde bol, bol
tatlılar yapılır. Fakirlere ve komşulara dağıtılır. Bazen birkaç aile bir
araya gelerek bu haftayı beraber geçirirler. Burada “Nefsin için istediğini
başkası içinde iste” düsturuyla yapılan her yemek ve tatlı dağıtılır.
Son Çarşamba kurtuluş Çarşamba’sıdır. Bu
hafta içinde bazı evlerde Kur’an okunur. İlahiler söylenir. Bazen de Mevlit
okutulur.
Ziyaret Ağacı:
Ağaca bez bağlama geleneği, bütün
tarihçilerin ittifakla ortaya koydukları Şaman İnancının direk
yansımasıdır. Şöyle ki; Şamanizm’de iyi ruhların tutulan dilek ve
temennileri ulaşması gereken yere ulaştırmasına dayanır. İslam’ın kabulünden
sonra da yoğun bir şekilde ilimizde görülmektedir.
Sagu (Sadu - Ağıt - Yas):
Mezarın etrafında yedi defa dönülerek
yapılan bir çeşit yas gösterisidir. Şamanizm de ayinleri yapan din adamlarınca
yapılır. Ölüyü kötü ruhlardan uzak tutma amacı taşır. Günümüzde de geleneksel
olduğu için özellikle yaşlılar tarafından (unutulmaya yüz tutmuştur)
uygulanırlığı vardır. Ancak ölünün arkasından vızıldanarak ve sağa sola
sallanarak yapılan Yasa, ‘Sadu’ denilip yas tutan kadınlar arasında yoğun bir
şekilde uygulanır.
Kampos (Alkız, Alkarısı) İnancı:
Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana
gerekse çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilir. “Kampos” adıyla
isimlendirilen Alkarısı ya da Alkız Zıviztan (Loğusa) ve yeni doğmuş
çocuklara musallat olan bu kötü ruh bazen de evde, tarlada, bağda,
bahçede tek başına iken uyumakta olan kişilerin üzerine ağırlığı ile
çöker. Bu şekilde şahsın korkup çarpılmasına dayalı birtakım hastalıkları
verdiğine veya kişiyi boğmak suretiyle öldürüleceğine inanılır. Kampos
geceyi ve karanlık âlemi sever. Kampos’un fiziki yapısı ile ilgili olarak
birbirini tutmayan tasvirler ve buna bağlı inançlar da mevcuttur. Kampos’un
bazen papağı (börk) olan iri-yarı bir insan, bazen kara bir kediye benzediği,
bazen de yüzü tarif edilemeyecek şekilde tüylü küçük bir yaratığı andırdığı
ifade edilir. Kişiye zarar vermek için gelen bu meçhul yaratığın çıkardığı
hırıltıyı henüz uyku haline geçmemiş kişiler duyduğu halde hiçbir harekette
bulamaz. Böyle durumlarda kişinin kanının çekildiği, damarlarının kuruduğu
söylenir.
Kampos’tan korunmanın yolu, onun korktuğu,
iğne gibi demirden imal edilmiş bir eşyayı üzerinde bulundurmaktır.
Yörede Kampos tarafından verildiğine
inanılan hastalıkların tedavisi için ocaklara ve muhtelif ziyaret
yerlerine gidilir. Türklerde bu tür hastalıklar Kamların aracılığıyla tedavi
edilirdi.
Yöremizde Kampos’un (Alkız-Alkarısı)
ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerleri kendisine mesken tuttuğuna;
korktuğu şeylerden olan iğneyle esir alındığında ise çok bereketli kabul
edilen eli ile o aileye ölene kadar hizmet ettiğine inanılır.
Dağ, Ata ve Ağaç Kültürü:
Eski Türklerin ölen büyüklerini
kutsallaştırmak için yüksek dağ tepelerine gömdüklerini, ulu dağların
tepelerinin de aynı şekilde kutsallaştırıldığı, atalarına ait mezarları bu
mekânlarda yapıldığı, gökyüzüne yakın kabul edilişi ve uzaktan mavi renkte
görünmelerinden ötürü kutsal mekânlar olarak nitelendirildikleri
anlaşılmaktadır. Kaldı ki Altay dağlarında rastlanılan kurganların çoğunun
yüksek dağlarda bulunuş sebebinin bu olduğu bilinmektedir.
Bu inanışların Anadolu’da da aynı şekilde
yaşandığını görmekteyiz. İslam’ın etkisiyle eski Şamanist inanışlarındaki ulu
dağlar ve üzerindeki Ata Ruhlarının yerini, aynı dileklerin yapıldığı
Evliyaların ve Yatırların ruhu almıştır. İşte, ilimizin Varto ilçesinde dağ
kültürü ile ata kültürünü andıran “Koçkar Baba” adı verilen ve adına törenler
yapılıp dualar okunan bir ‘Ziyaret Tepesi’ mevcuttur.
Koçkar Baba ya da Köşker Baba Ziyaretinde,
çevredeki bütün halkı bayramlık elbiselerini giyer, yiyeceklerini hazırlar
tepeye çıkarlar. Burada Kurbanlar kesilir, çeşit çeşit yemekler yapılır,
gönüllerdeki dileklerin tutması için Evliyanın yattığına inandıkları (Ata ruhu)
mezar taşına dualar yapılıp ve öperek dile getirdiklerini, dağdan aşağıya,
düzlüğe indiklerinde at koşturup eğlendiklerini ve bu arada davul sesine
benzeyen sesler işitildiğini, halkında bunun “Koçkar – Köşker Baba tarafından
çalındığına inanılır.
Koçkar ya da Köşker Baba, bazı kaynaklarda
786’da Varto’ya Oğuz Boylarından Akkoyunlu Oymak Başı olarak geldiği ve burayı
yurt tuttuğu, vefatı ile birlikte de Bingöl dağlarının üzerinde yüksek bir
tepenin üzerine defnedildiğidir.
Çelim Çelim Çemçecük:
Milletimizin sosyal yaşamında su ve yağmur;
hayat ve bereketin kaynağı olarak kabul edilir. Su ve yağmur kutsaldır. Bunun
ifadesi de onu bugün de Müslüman Türklerin hayatında ‘rahmet’ sıfatı ile
anılmasıdır. Sadece Muş’ta değil ülkemizin her yerinde ‘yağmur yağıyor’ yerine
‘Rahmet Yağıyor’ denilmektedir. Çünkü Yağmurun Allah’ın bir lütfü olduğu inancı
hakimdir.
Yağmur duası ile ilgili törenler eskiden
olduğu gibi bugün de bütün Türk asıllı kavim ve boylarda bazı ufak
değişikliklerle devam etmektedir.
Yağmur yağması için başvurulan inançların
içinde özellikle en önemli geleneklerden biri; Muş ilinde de ve çocuk oyunu
niteliğinde olan ‘Çelim Çelim Çemçecük’ gösterisi ve bu hususta söylenen ilahi
ve maniler şeklinde kendini gösterir.
Çelim Çelim Çemçecük ya da Çemçegelin,
çubuk halindeki tahta parçalarını bir araya getirip üzerine çeşitli bez
parçaları ile süsleyerek gelin haline getirilen bir nevi totemdir. Çocuklar
bunu (büyüklerde yaparlar) kapı kapı dolaştırıp hem yağmur yağması için maniler
söyler ve kendilerine de bir şeyler isterler. (Bu gelenek kurak geçen yaz
aylarında yağmurun yağması için başvurulan bir halk inanışıdır.)
Kapı kapı dolaştırılan bu bebek, her evin
kapısı açıldıktan sonra evin reisi tarafından karşılanır. Evin reisi yağmur
yağması dileğiyle önce bebeğin üzerine su döker, çocuklara da şeker verir.
Bebeği taşıyan çocuk grubu hep bir ağızdan
şu tekerlemeyi söylerler:
Çelim çelim
çemçecük
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur
Ali binmiş
atına
Tarlada çamur tabakta hamur
Çemçecüğe ne
gele
Çıngır çıngır çıngır tas
Sürmüş göğün katına
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur.
İneklere ot
gele
Birini kaldır birini bas
Gökte ne var bir hurma
Bızavlara süt
gele
Anber oğlu hastadır
Dalları burma burma
Tarlada çamur tabakta
hamur
Kekliği
kafestedir
Onu yiyen hacılar hak yoluna durmuşlar