3 Ocak 2018 Çarşamba

Muş'un Gelenekleri ve İnanışları



GELENEKLER

Muş ve çevresinin sosyal hayatında geleneksel yapı hâkimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk Devlet geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen korumaktadır. Zira Türk devletleri Tarihinde, aileler birleşip obaları; obalar birleşip aşiretleri, aşiretler birleşip oymakları; oymaklar birleşip beylikleri, beylikler birleşip devletler oluşturuyorlardı. Bu noktadan hareketle töreler inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle köylerimizde bu hayat biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkar.

DOĞUM TÖRENLERİ
Muşlular esasen kalıplaşmış ve eskiden beri devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi gelenek ve göreneklerini devam ettirmektedirler. Doğum törenleri de modern tıbbın hayatımıza girmesiyle unutulmaya yüz tutmuştur.

Doğuma Hazırlık:
Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik yapılarak hazırlanılır. Güzel kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayı yıkanır ve yeni elbiseler giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen) denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilir. Komşuların hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen misafirlere ikram edilir. Doğum zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder. Doğum müddetinden kırk gün sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle birlikte eşini kayınpederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi ya da kayınpeder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.

DOĞUM SONRASI TÖRENLER

Ad Verme:
Çocuğun doğumunu müteakip 3–7 gün içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri ve anne (gelin) tarafının büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet edilirler. Büyüklere danışılmadan ve onay alınmadan büyüklerden herhangi birinin adının bebeğe verilmesi hoş karşılanmaz.
Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa tekbir okunarak bebeğin ağzına kızılcık ya da içinde şeker eritilerek hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her çocuk için maddi durumları iyi olan ailelerce ‘Akika’ denilen kurbanlar, fakir ailelere dağıtılmak amacıyla kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.

Beşik:
Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne ayağa kalkarak evin dışına çıkar.  Loğusa annenin, anası kız kardeşi babasını evlerine gönderme amacı ile bu merasim düzenlenir. Kırkıncı günde eve yakın komşular ve akrabalar davet edilir. Her davetli yanında çocuk için giyim, beşik aksesuarları çeşitli hediyeler getirirler. Bu hediyeler arasında nazar boncuğu mutlaka bulunur.  Getirilen bu hediyeler, önceden hazırlanmış beşiğe ya da yastığa iliştirilir ve hayır duada bulunulur...
Misafirlerin gitmesinden sonra yaşlı ve saygın bir bayan tarafından (genelde loğusa annenin kayınvalidesidir) bir leğende ‘Kırk Suyu’ hazırlanır. Çocuğun saçını kesmekle görevli kişice çocuğun saçı kesilir ve çocuk yıkanmaya alınır. Tas veya büyükçe bir tahta kaşıkla su, ‘Kırk Suyundan dua ve niyazlarla alınıp çocuğun başına dökülür ve annesinin ziynet eşyalarının batırılmış olduğu ılık suda yıkanır.  Daha sonra yıkama işini yapan hanım tarafından bir defa sallanır ve kurulanıp pudralanarak giydirilir ve kundaklanır.
Bebeğin tıraşındaki saçı toplanarak tartılır. Bu saçın ağırlığınca altın, gümüş ya da para, tıraşı yapana verilir. Zengin aileler de adak kurbanı keserek etini yedi yoksul aileye dağıtırlar. Bebeğin saçı ise yeni bir beze sarılıp saklanır.

Sünnet Merasimi:
Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine alan bir yakının kirveliği eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya bir haftalık iken ya da yedi yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün ailesi de sünnet olan çocuğun ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın doğmasına sebebiyet verir. Bu gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan ‘Putlaç’ geleneğinin uzantısı olarak çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin ailesi ile çocuğun ailesi arasında, - İslam’dan gelen bir hüküm olmamasına rağmen- kız alıp vermeme ve  kirveliğin akrabalık derecesine vardırılmasıdır.)





Diş Hediği:
İlimizde çocuğun ileride hangi mesleği seçeceğini belirlemek amacıyla veya gurbette bulunan çocuğun hal ve durumunun nasıl ya da ne şekilde olduğunu anlamak için uygulanan bir takım pratik ve yorumlara dayalı fal şeklidir.
Çocuk ilk dişini çıkardığında yakın akrabalarının katılımıyla ‘Diş Hediği’ adı verilen küçük bir merasim de çocuğun önüne her birisini ayrı mesleği temsil eden bıçak, kalem, kitap, bilezik, ekmek gibi nesneler bırakılır. Çocuk bunlardan hangisine uzanır ve alırsa ileride o mesleği seçeceğine inanılır. Eğer çocuğun diş çıkardığının farkına ilk annesi varır ve bir büyüğe sürpriz yaparsa çocuğun dişlerini gören ilk kişinin de çocuğa hediye alması usulden de olsa  gerekli hale gelir.

EVLENME GELENEĞİ
İlimizde ataerkil aile düzeni hâkimdir. Bu nedenle geleneksel olan görücü usulü ile evlenme Orta Asya’dan gelen bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkar.
Bilindiği üzere Dede Korkut Destanlarından Bamsi Beyrek, evlendirilmek istendiğinde babası, Kanlı Koca’ya evleneceği kızın vasıflarını ve bu vasıflar doğrultusunda evleneceğini, kızı görmeye bu şekilde gidebileceklerini ifade etmiştir. Hatta günümüzde izleri yavaş yavaş silinmeye başlayan Beşik Kertmesi olayının benzerine de Dede Korkut Destanlarından Bamsi Beyrek hikâyesinde rastlıyoruz.

Kız Görme (Bakma):
Kız görmeye (bakmaya) erkek tarafının büyükleri karar verir. Aracılara müracaat edilir. Kız tarafına yakın (genellikle akraba) birinin vasıtasıyla ya haber gönderilir ya da beraber görücü gidilir.
Görücü gidenler, kızın ev içerisindeki hal ve hareketlerini, güzelliğini gözlerler. Kızdan, el ve ev işlerindeki becerilerini görmek amacıyla işlediği nakışları göstermesi istenir. Usulen su istenir. Su verirken gelişine, yürüyüşüne; suyu verirken duruşuna dikkat edilir. Kız da bu konularda dikkatli ve eğitimlidir. Suyu ikram ederken elini göğsüne koyar ve saygıyla hafifçe tebessüm eder. Bunu bardağı geri alırken de yeniler. Bu hareketler, kızın aile terbiyesi ve inceliği açısından önemli göstergeler olarak kabul edilir.  Görücüye gelen misafirler giderken yine gelin adayının ayakkabılarını nasıl önlerine koyduğuna dikkat ederler.

Kız İsteme ve El Öpme:
Bu konu iki aile arasında ortaklaşa tespit edilir.  Genellikle perşembe günleri kız istemeye gidilir. Günümüzde hafta sonları da ‘kız istemeye’ dâhil edilmiştir. Erkek tarafı yakın akraba ve komşularının ileri gelenleri ile birlikte erkekli kadınlı yatsı namazından sonra kız evine giderler.
Erkekler ayrı bir odada toplanırlar. Yapılan ikramlar özellikle kabul edilmeyip önce hal hatır sorularak erkek tarafının en yaşlı olanı söze başlar
— Efendim siz bize buraya neden geldiğimizi hiç sormadınız?
(Kızın velisi biraz sıkılgandır.)
— Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Misafire niçin geldiniz diye sormak bizim gelenek ve göreneklerimizde yeri yoktur, ayrıca bunu sormak bize düşmez.
— Eh o halde biz buraya niçin geldiğimizi açıklayalım: Biz buraya Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızınız .......’yi oğlumuz .........’e istemeye geldik. Kulun takdirinden çok Takdir-i Huda önemlidir. Rızayı-i Bariye itaat etmek gerekir. Hz.  Peygamberimiz ‘evlenin’ diye buyurmuşlardır. Bu sünnette uymak muteberdir.
İcap etmesi durumunda diğer misafirlerde söze karışırlar. Neticede kızın babası kendi ev halkının ve kızının görüşünü de aldıktan sonra ve uygun görülmüşse şunları söyler: “Misafirler siz hoş geldiniz, sefa geldiniz. Siz böyle uygun görüyorsanız ben de bir kızdır size kurban ettim. Allah mutlu ve hayırlı etsin” diyerek rızasını bildirir. Bunun üzerine erkek tarafının en genci kız tarafının en büyüğünden başlayarak ellerini öper. Bu törene ‘el öpme’ denir. Bu arada hazırda bekletilen fakat başta kabul edilmeyen ikramlar yeniden talep edilir ve koyu bir sohbet ortamı sağlanmış olunur.
Kadınları bulunduğu odaya da haber salınır. Erkeğin annesi, babası veya bacısı gelin adayına söz yüzüğünü takarlar. Çeşitli ikramlardan sonra erkekler arasında gelin adayı tarafına istenen hediyeler konuşulmaya başlanır. Bu hediyeler genelde at, silah, takı ve başlık parası kararlaştırılır. Bazı yörelerimizde başlık parasına” Süt Hakkı” denir. Bu adetler günümüzde unutulmaya yüz tutmasına rağmen az da olsa bazı köyler de bu adetler halen sürmektedir.

Şerbet İçme:
Nişan törenine yörede ‘şerbet İçme’ denilmektedir. Bu tören genellikle pazar günleri yapılır. Erkek tarafı, eş-dost dolaşarak ya da koçurgan (davet edici) vasıtasıyla tören duyurulur. Şerbet İçme töreni kızın evinde yapılır. Erkek evinden en az iki kadın şerbet ezmek ve dağıtmak üzere sabah erkenden kız evine gider. Erkek evinden getirilen şeker, suda eritilir ve şerbet renklensin diye içine kızılcık şekeri katılır. Şerbet ikramı sırasında biri misafirlere kuru, diğeri ise ıslak havlu tutarlar.
Erkek tarafının davetlileri öğleye kadar törene katılırlar. Misafirler, erkeğin babası ve mahallenin hocası tarafından karşılanır. Şerbet, gümüş kupalarda ikram edilir. Erkeklerin töreni bitince, kadınlarınki başlar. Tören gece yarısına kadar sürer. Kadınlar, önce erkek tarafının evinde toplanırlar. Sonra topluca kız evine giderler. Burada önce eğlence faslı başlar; kadınlar bir ağızdan oyun havaları söyleyip def çalarlar. Bu şenlik vakit ilerledikçe nişan yapılacak yere doğru kayar. Erkek tarafının eşya sandığı odanın ortasına konulur. Sandık açılır, içindekiler teker teker gelen kadınlara gösterilir.  Takılar gelin adayına takılır. Buradaki tören böylece sürer gider.
Sabah kız tarafı bir sürahi şerbetle nişan yüzüğünü erkek evine yollar. Damat adayı nişan yüzüğünü parmağına takar ve yüzüğü getiren kadına şerbet ve bahşiş verir.  Nişanla düğün arasında geçen her ayda ‘Pay Töreni’ (Gelin Görme) yapılır. Erkek evi, bir tepsi kurabiye, baklava, tatlı, elbise, bilezik, terlik gibi hediyeler gönderir.

Güveyi Giydirme:
Düğün genellikle çarşambadan başlar. Davetlilerin öğleyin güveyin evinde toplanmalarıyla Güvey Tıraşına başlanır. Berber tıraşa başlayınca sesi güzel olanlar yanık türküler okurlar.  Berber bahşiş almak için ‘ustura kesmiyor’ diye birkaç kez durur. Tatmin edici bahşişini aldıktan sonra tıraşa devam eder. Tıraştan sonra damadı giydirme işlemine başlanır. ‘Damatlık’ elbiseler, güveyin başı üzerinde üç kez dolaştırılarak tek tek giydirilir. Güveye elbiseleri sağdıçlar giydirir.
Güveyin iki sağdıcı olur. Bunlardan biri evli, diğeri ise bekâr olur. Damatlık giydirildikten sonra sağdıçlardan biri damadın sağ koluna girerek gelen davetlilerin önünde saygı gösterisi olarak durulur ve ilk önce aile büyükleri olmak üzere büyük olanlarının elleri öptürülür. Bu törenin ardından topluca yemek yenilir.

Gece Düğünü:
Gece düğünü, yatsı namazından sonra başlar. Misafirler hep beraber çalıp eğlenirler. Eğlence aracı genellikle davul–zurnadır. Bu arada damadın sağdıçlarının yerine oturmak isteyen ya da sağdıçların iyi hizmet etmediklerini gören davetlilerden biri, çarşıdan bolca yemiş alarak döner ve sağdıçlara şöyle der: “Bu yemişleri şimdi dağıtacağım. Ya bedelini ödersiniz ya da biriniz yerinden kalkar, sağdıç ben olurum.” Yemişler dağıtılır. Sağdıçlar da bedelini öderler. Yemişi çarşıdan alıp getiren kişi düğünü terk eder. Eğer sağdıçlar yemişin karşılığını ödememişler ise biri yemişi getirene yerini bırakmak zorunda kalır. Ama yerini bırakma çok büyük bir hakaret olarak kabul edildiğinden, yeri terk etmektense neyse bedel ödenir.

Kına:
Gelinin baba evinden ayrılışın ilk işaret kına yakmak törenidir. Gece düğün sürerken kına töreni yapılır. Düğün evindeki davetlilerden kadınlı erkekli bir bölümü kız evine gider. Erkekler ve kadınlar ayrı odalarda eğlenirler. Kadınlar, götürdükleri çerezleri misafirlere dağıttıktan sonra bir tepsi içinde kına getirilir. Tepsinin çevresi mumlar ile donatılarak ortaya konur. Gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakılır. Kına yakılırken gelinin annesi tarafından hediye olarak gelinin kınalı eline altın bırakılır. Bu arada yanık türküler, maniler. Okunur.
Bu türkülerin en yaygını evden ayrılan kızın annesine hitaben söylediği “Hıneyi Getir Ane”dır:
Hıneyi getir ane                                     Maydanoz bağladılar                             Kalede var çeperler
Parmağı batır ane                                  Ciğerim dağladılar                                 Çepere su seperler
Bu gece mısafıram                                Men şoförü almazdım                           Uzak yoldan geleni
Al koynan yatır ane                                Başıma bağladılar                                  Terli terli öperler
Bu türküler okunurken gelin ağlar, erkek tarafı ise güler. Misafirlere de kına dağıtıldıktan sonra eğlenceler sürdürülür.  Kınacılar düğün evine yani erkek tarafının evine döner. Bunlardan ‘yenge’ denilen üç bekâr kız gelinin yanında kalır. Uyuyanların eteklerini birbirine dikmek, uykuda iken birbirinin yüzünü boyamak gibi eğlenceler gece boyu yapılır.
Damadın kınası, düğün evinde yapılır. Kına tabağı içindeki mumlar yakılır ve evin genç kızlarınca içeriye getirilir. Biraz eğlenildikten sonra damadın sağ elinin serçe parmağına kına sürülerek bağlanır. Davetliler de parmaklarına kına sürerler. Her iki kına töreninde de çalgıcılara bolca bahşiş verilir. Damadın yakınları gece düğün evinde sabaha kadar eğlenme için kalırlar.

Gelin Götürme:
Sabahın erken saatlerinde düğün alayı kız evine gider. Kız evinde kapı genellikle kapalı tutulur. Kapının açılmayacağını, açılabilmesi için taleplerini şöyle dile getirir: “ya tabanca ya para, ... İsterim. Vermezseniz kapıyı açmam”. İstedikleri ya temin edilir ya ad gönlü hoş edilerek kapı açtırılır.
Gelin hazır olunca bir koluna damadın sağdıçlarından biri, diğer koluna ise kızın kardeşlerinden biri girerek gelin yavaş yavaş baba evinden çıkarılır. Gelin bütün ailesi ile helalleşip vedalaşır. Anne ve baba kızlarına, “iyi bir gelin olasın, kaynananın sözünden dışarı çıkmayasın. Yoksa emeğimizi ve sütümüzü helal etmeyiz” derler.
Gelin alayının dönüşü mutlaka farklı yoldan olmalıdır. Alay, yolda bahşiş almak isteyenlerce kurulan barikatlarla sık sık karşılaşır. Düğün alayından önce gelinin aynası, çeyiz sandığı, yatağı ve diğer eşyaları gider. Yol boyunca testi kıranlara, su dökenlere de bahşiş verilir.
Damat sağdıçlardan biri ile dama çıkarak gelini bekler. Gelin attan ya da arabadan inerken başına çerez, bozuk para serpilir. Paralar bereket getirir inancıyla orada bulunanlarca paylaşılır.  Yemişler de “ağbat başan, (darısı başına)” denerek gençlere yedirilir. Kapının girişinde gelinin avucuna bal sürülür. Oda bu balı kapının üst eşiğine sürer.  Bu adet ile gelinin-kaynana ilişkinin tatlı olacağına inanılır. Bereket getirsin diye su dolu küp hızla yere çarpılarak kırılır. Gelin odasına alındıktan sonra damat ile bir süre baş başa kalır. Damat gelinin duvağını açarak “Yüz Görümü” hediyesini takar ve sağdıçlarca gezmeye götürülür. Komşular gelin görmeye gelirler.
Yatsı namazından sonra damat, sağdıçlarınca odasına götürülür. Damat iki rekât namaz kılar. Damadın ablası kardeşi ile gelinini el ele tutuşturur: “bunu sana teslim ettim. Seni de Allah’a teslim ettim” diye nasihatte bulunur. Güvey ile gelin baş başa bırakılır.   Gelin yüz görümlüğünü almadan damatla konuşmaz.
Sabah namazından çıkılınca sağdıçlar gelerek damadı evden alır, hamama götürürler. Gelin ise gerdekten üç gün sonra hamama götürülür. Sağdıçlar hamamdan sonra birer gün arayla yemek verirler. Pazar günü de damat sağdıçları yemeğe çağırır ve hediyeler verilir.
Muş’ta, evlenme çağına gelen kız, kısmetinin bağlı olduğuna inanır. Eğer bu kız, arka arkaya üç çarşamba bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi bacağı arasına alarak minareye çıkar ve şerefeden üç kere “Kırnavır, âdetiz batsın, it babaliler” diye devir yaparsa o kızın kısmeti hemen açılırmış ve istemeye gelirlermiş. Bu gelenekte, genç kızların oklavaya at gibi binmeleri eski Türk din adamı görevi üslenen “Kam veya Saman”ın ayin sırasında kullandıkları sembolik tahta ata benzemektedir ki harekette de göğe doğru bir çıkış olması da dikkat çekicidir. Ayrıca, kısmeti kapalı kızların, kısmetinin açılması için hiç kullanılmamış bir kilidin, kilitlenerek kilidin Cuma namazından ilk çıkan kişiye açtırılması ile kısmetinin açılacağına inanırlar.
Muş ilinde ve çevresindeki aşiretlerde, ölenin ardından acıları dile getiren ağıtlar dökülür. Ağıtçılar ölenin hayatta iken yaptığı iyilikleri terennüm eder. Yas tutma haftalarca sürer. Yas sırasında ölü evi badana edilmez, hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz bu şekilde yas da olduğu belirtilir. Ölen kardeşin eşini alma veya ölen gelinin kız kardeşi ile evlenme ile öleninin ruhunun rahat edeceğine, huzur bulacağına inanılır.

DUALAR VE BEDDUALAR
Muş ve çevresinin yaygın değer yargılarını dile getiren dua ve beddualarda mahalli  ağız hâkimdir.
Dualar
Allah ömrünü bereket vere.
Allah birini bin ede.
Allah seni görünür görünmez, belalardan koruye.
Allah kesene Halil İbrahim bereketi kate.
Ah vah etmeyesen.
Allah seni derde komiye.
Cennet hurisi olesen.
Darloğ yüzü görmeyesen.
Dolu sandoğ ögünde oturesen.
Ellerin dert görmiye.
Elin toprağe atesen altun kesile.
Fatma anamızın komşusi olesen.
Ömrün su kimi uzun ole.
Sen beni incitmemisen Allah de seni incitmeye.
Şeyh Abdulkadır Geylani, Veysel Karani duacın ole.
Saçların sene duacı ole.
Yüzün güle munat edesen

Beddualar
Ayağte oturesen, etlerin yere töküle.
Amme ali olesen.
Ah edesen, benim en kötü günümü arıyesen.
Allahından bulesen.
Boyan kefen bicile.
Baba vure yanan.
Burnundan gele.
Ağbatım (akibetim) başan, sağ elim tepende ole.
Babe çıka sukuman.
Canın keyreni görmiyesen.
Elin ğıne görmiye.
Gorbegor olesen. (ölesin)
Gözlerin elimlan pamuğliyem.
Kıdor kıdor olesen.
Kudumun kırıle.
Muradın gözünde kale.
İtnan alemete, kurtnan kıyamete kalesen.
İsi yatesen soğok kağesen.
Oğaş demiyesen.
Ocağın söne.
Öz başın yesen.
Sesin salların altından gele.
Sam yeli tute.
Sukunum bate.
Şil olesen.
Tavuğ, cücesınnan, zeyistan (lohusa) kundağınnan, havaran gele.
Toprak başan, kül ömuran ole.
Toğ yidoğun beyrem günü ole.
Kanın içan ağe.
Vurucun atli gele.
Yanın karele.
Üzün gülmiye, üşaktan merhum kalesen.
İNANIŞLAR
Muş’ta, evlenme çağına gelen kız, kısmetinin bağlı olduğuna inanır. Eğer bu kız, arka arkaya üç çarşamba bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi bacağı arasına alarak minareye çıkar ve şerefeden üç kere “Kırnavır, adetiz batsın, it babaliler” diye devir yaparsa o kızın kısmeti hemen açılırmış ve istemeye gelirlermiş. Bu gelenekte, genç kızların oklavaya at gibi binmeleri eski Türk din adamı görevi üslenen “Kam veya Saman”ın ayin sırasında kullandıkları sembolik takta ata benzemektedir ki harekette de göğe doğru bir çıkış olması da dikkat çekicidir.
Malatya’da kısmeti kapalı kızların, kısmetinin açılması için hiç kullanılmamış bir kilidin, Cuma namazından ilk çıkan kişiye açtırılması ile gerçekleşir. Böylece kısmetinin açılacağına inanırlar.
Muş ilinde ve çevresindeki aşiretlerde, ölenin ardından acıları dile getiren ağıtlar dökülür. Ağıtçılar ölenin hayatta iken yaptığı iyilikleri terennüm eder. Yas tutma haftalarca sürer. Yas sırasında ölü evi badana edilmez, hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz bu şekilde yas da olduğu belirtilir.
Elazığ, Kars, Ağrı ve Hakkari’de, Malatya ve Sivas’ta, Adıyaman ve Gaziantep’te, Şanlıurfa ve Erzurum’da gerek Türkmen olsun gerek Kurmanç ve Zaza olsun hepsinde yine müşterek bir gelenekte ölen kardeşinin eşini alma veya ölen geliin kız kardeşi ile evlenme ile öleninm ruhunhu rahat edeceğine, huzur bulacağına inanılır ki, daha önceden orta asyadaki Türkler de ve Eski Türklerde de bunun olduğu biliniyor.
Uğur
Sağ avucun içi Kaşınırsa Para Gelecek
Çorap Giyerken Evvela Sağ Ayağını Giy Ki hayırlı Bir Gün yaşayasın
Kara Çarşambalar : Peygamberin Kendine yapılan Eziyetlerden Kurtuluşunun Kutlama Maksadı ile Sürdürülen bir gelenektir.
Uğursuzluk
Esnaf Dükkanını dışarıya doğru süpürürse o gün müşterisi olmaz
Gece sakız çiğnemek Ölü eti çiğnemiş olursun
Kedi öldüren yedi cami yaptırmalı ki onu günahından kurtulsun
Kimseye yanan ateş verme ocağın söner
Muş Yöresine Ait Bazı İnanışlar:
- iki bayram arasında düğün yapılmaz ve nikah kıyılmaz.
- Akşamları tırnak kesilmez.
- Aluç meyvesinin bol olduğu yıl kış, uzun ve çetin geçer.

Hıdır Nebi  – Hıdır İlyas ( Hıdrellez ):
Nisan  ayının yirmi ikinci gecesi Hıdır Nebi, Hıdır İlyas’ın geleceğine inanılır. Gece yağan yağmur damlaları temiz kaplara alınır. Bu su şifa niyetine içilir Hastalara da verilir.

Vartivar:
Temmuz ayının onbeşinci günüdür.  Bugün yazın en sıcak günüdür. Köylerde toplanan halk koyun sürüsünün bulunduğu beriye giderler. O gün koyun ile kuzunun birbirinden ayrılır. Koyunlar ayrı bir sürü kuzular da ayrı bir sürü olur. Kuzuların bakıcısına Berivan denir. Yazın sıcağına işaret bir tekerleme şöyledir:
Keçel karganın sözü olsa
Vartivarde kar yağar.

Ay Tutulması: 
İslam’dan önceki devirlerde Natüralist inancında olan Türklerde, Güneş ve Ay ile ilgili kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar. Bazen bu kötü ruhlar Ay ve Güneşi yakalayıp karanlık dünyasına sürüklerler.
Yine İslam’dan önceki devirlerden kalan ve şu anda hurafe ve batıl olarak kabul ettiğimiz inançlardan biri de ay tutulduğu zaman Ay’ı ejderin ya da canavarın (Asya Motifidir) yutmaya çalıştığıdır. Ay’ı ejderden kurtarmak için bağırıp çağırma, davul çalma veya değişik şekillerde gürültüler çıkarma Şamanizm’den gelen bir inanıştır. Muş ilinde sıkça rastlanılmaktadır.
Bölgenin diğer illerinde olduğu gibi Muş’ta da Ay tutulduğu zaman aynen eski Türk inancında olduğu gibi havaya silahla ateş edilir. Teneke davul çalınıp gürültü çıkarılır. Ay’ın kendisini yutan ejderden kurtarılacağına inanılır. Yine ayın ilk halini gören kişi hemen yanında kimse yoksa gözünü kapatıp dilek tutar.  Eğer yanında biri varsa o kişiye bakar ve o kişinin sonraki günlerde uğurlu olacağına inanır ve o günlerin güzel, bereketli geçeceği kanaatine varılır.  İslam’dan sonra Ay’ı ilk gören kişinin Peygamberimize salâvat getirme geleneği de eklenmiştir.
Eski Türklerde gökte her insanın bir yıldızı olduğuna inanılırdı. Gökte yıldız kayması olduğu zaman birinin öleceği düşünülürdü. Bu inanış ilimizde halen geçerliliğini korumaktadır.

Kara Çarşamba:
Tunceli- Bingöl- Erzincan çevresinde ve Muş’un dağ köylerinde ‘Kara Çarşamba’ olarak kabul edilen ve mart ayının ilk çarşamba günü erkekler alınlarına ‘kara bir leke’ ya da ‘is’ sürerek ırmak ve derelere girerek bu karaları temizlerler ve bu ara suya karşı dua ve niyazda bulunurlar. Ayrıca yabani gül ağacı veya esnek ağaçların uçları kesilir. Bu uçlar, daire şekli verilmek amacıyla birbirine yaklaştırılır.  Hastalıklı olanlar bu daireden geçirilirken ‘Kurt Kafasının’ ağzını bağlayıp, “kurtulmamıza sebep olduğun o günün hürmetine hastamıza şifa ver, bugünün hatırına da sürülerimize dokunma” diye niyazda bulunulur. Günümüzde de ilimizin merkeze yakın köylerinde bile sürülere dadanmaması için ‘kurtağzını bağlama’ geleneği devam etmektedir. Bu gelenek ister istemez bize ‘Ergenekon Destanında’ yaşanan hadiseleri çağrıştırır.
İslam dinin kabulünden sonra bu gelenek değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri şudur: Peygamber Efendimize yapılan eziyetlerden kurtuluşunu kutlama maksadıyla halkın bir araya gelmesi, dua ve niyazlarda bulunmasıyla anılır. Bugün de Şubat’ın son, mart ayının ilk haftası arasındaki Çarşamba gününde evlerde çokça sevilen yemekler yapılıp bir kısmı fakirlere dağıtılarak Peygamber Efendimizin ‘Nefsin için neyi çok istersen başkalarına da ondan iste’ Hadis-i Şerifinin gereği yerine getirilir.
Geleneğe göre bu hafta şubat ayının son Çarşamba’sından başlayıp mart ayının ilk haftasına kadar devam eder.  Bu haftada Peygamberlere Allah tarafından bazı belalar verildiğine inanılır. Hz. Eyyüb’ün bu hafta içinde vücudunun yaralandığına inanılır.
Bu hafta içerisinde evlerde bol, bol tatlılar yapılır. Fakirlere ve komşulara dağıtılır.  Bazen birkaç aile bir araya gelerek bu haftayı beraber geçirirler. Burada “Nefsin için istediğini başkası içinde iste” düsturuyla yapılan her yemek ve tatlı dağıtılır.
Son Çarşamba kurtuluş Çarşamba’sıdır. Bu hafta içinde bazı evlerde Kur’an okunur. İlahiler söylenir. Bazen de Mevlit okutulur.

Ziyaret Ağacı:
Ağaca bez bağlama geleneği, bütün tarihçilerin ittifakla ortaya koydukları Şaman İnancının direk yansımasıdır.  Şöyle ki; Şamanizm’de iyi ruhların tutulan dilek ve temennileri ulaşması gereken yere ulaştırmasına dayanır. İslam’ın kabulünden sonra da yoğun bir şekilde ilimizde görülmektedir.

Sagu (Sadu - Ağıt - Yas):
Mezarın etrafında yedi defa dönülerek yapılan bir çeşit yas gösterisidir. Şamanizm de ayinleri yapan din adamlarınca yapılır. Ölüyü kötü ruhlardan uzak tutma amacı taşır. Günümüzde de geleneksel olduğu için özellikle yaşlılar tarafından (unutulmaya yüz tutmuştur) uygulanırlığı vardır. Ancak ölünün arkasından vızıldanarak ve sağa sola sallanarak yapılan Yasa, ‘Sadu’ denilip yas tutan kadınlar arasında yoğun bir şekilde uygulanır.

Kampos (Alkız,  Alkarısı) İnancı:
Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana gerekse çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilir. “Kampos” adıyla isimlendirilen Alkarısı ya da Alkız Zıviztan  (Loğusa) ve yeni doğmuş çocuklara musallat olan bu kötü ruh bazen de evde,  tarlada, bağda, bahçede tek başına iken uyumakta olan kişilerin üzerine  ağırlığı ile çöker. Bu şekilde şahsın korkup çarpılmasına dayalı birtakım hastalıkları verdiğine veya kişiyi boğmak suretiyle öldürüleceğine inanılır.  Kampos geceyi ve karanlık âlemi sever. Kampos’un fiziki yapısı ile ilgili olarak birbirini tutmayan tasvirler ve buna bağlı inançlar da mevcuttur.  Kampos’un bazen papağı (börk) olan iri-yarı bir insan, bazen kara bir kediye benzediği, bazen de yüzü tarif edilemeyecek şekilde tüylü küçük bir yaratığı andırdığı ifade edilir. Kişiye zarar vermek için gelen bu meçhul yaratığın çıkardığı hırıltıyı henüz uyku haline geçmemiş kişiler duyduğu halde hiçbir harekette bulamaz. Böyle durumlarda kişinin kanının çekildiği, damarlarının kuruduğu söylenir.
Kampos’tan korunmanın yolu, onun korktuğu, iğne gibi demirden imal edilmiş bir eşyayı üzerinde bulundurmaktır.
Yörede Kampos tarafından verildiğine inanılan hastalıkların tedavisi için ocaklara ve muhtelif ziyaret  yerlerine gidilir. Türklerde bu tür hastalıklar Kamların aracılığıyla tedavi edilirdi.
Yöremizde Kampos’un  (Alkız-Alkarısı) ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerleri kendisine mesken  tuttuğuna; korktuğu şeylerden olan iğneyle esir alındığında ise çok bereketli  kabul edilen eli ile o aileye ölene kadar hizmet ettiğine inanılır.

Dağ, Ata ve Ağaç Kültürü:
Eski Türklerin ölen büyüklerini kutsallaştırmak için yüksek dağ tepelerine gömdüklerini, ulu dağların tepelerinin de aynı şekilde kutsallaştırıldığı, atalarına ait mezarları bu mekânlarda yapıldığı, gökyüzüne yakın kabul edilişi ve uzaktan mavi renkte görünmelerinden ötürü kutsal mekânlar olarak nitelendirildikleri anlaşılmaktadır. Kaldı ki Altay dağlarında rastlanılan kurganların çoğunun yüksek dağlarda bulunuş sebebinin bu olduğu bilinmektedir.
Bu inanışların Anadolu’da da aynı şekilde yaşandığını görmekteyiz. İslam’ın etkisiyle eski Şamanist inanışlarındaki ulu dağlar ve üzerindeki Ata Ruhlarının yerini, aynı dileklerin yapıldığı Evliyaların ve Yatırların ruhu almıştır. İşte, ilimizin Varto ilçesinde dağ kültürü ile ata kültürünü andıran “Koçkar Baba” adı verilen ve adına törenler yapılıp dualar okunan bir ‘Ziyaret Tepesi’ mevcuttur.
Koçkar Baba ya da Köşker Baba Ziyaretinde, çevredeki bütün halkı bayramlık elbiselerini giyer, yiyeceklerini hazırlar tepeye çıkarlar. Burada Kurbanlar kesilir, çeşit çeşit yemekler yapılır, gönüllerdeki dileklerin tutması için Evliyanın yattığına inandıkları (Ata ruhu) mezar taşına dualar yapılıp ve öperek dile getirdiklerini, dağdan aşağıya, düzlüğe indiklerinde at koşturup eğlendiklerini ve bu arada davul sesine benzeyen sesler işitildiğini, halkında bunun “Koçkar – Köşker Baba tarafından çalındığına inanılır.
Koçkar ya da Köşker Baba, bazı kaynaklarda 786’da Varto’ya Oğuz Boylarından Akkoyunlu Oymak Başı olarak geldiği ve burayı yurt tuttuğu, vefatı ile birlikte de Bingöl dağlarının üzerinde yüksek bir tepenin üzerine defnedildiğidir.

Çelim Çelim Çemçecük:
Milletimizin sosyal yaşamında su ve yağmur; hayat ve bereketin kaynağı olarak kabul edilir. Su ve yağmur kutsaldır. Bunun ifadesi de onu bugün de Müslüman Türklerin hayatında ‘rahmet’ sıfatı ile anılmasıdır. Sadece Muş’ta değil ülkemizin her yerinde ‘yağmur yağıyor’ yerine ‘Rahmet Yağıyor’ denilmektedir. Çünkü Yağmurun Allah’ın bir lütfü olduğu inancı hakimdir.
Yağmur duası ile ilgili törenler eskiden olduğu gibi bugün de bütün Türk asıllı kavim ve boylarda bazı ufak değişikliklerle devam etmektedir.
Yağmur yağması için başvurulan inançların içinde özellikle en önemli geleneklerden biri; Muş ilinde de ve çocuk oyunu niteliğinde olan ‘Çelim Çelim Çemçecük’ gösterisi ve bu hususta söylenen ilahi ve maniler şeklinde kendini gösterir.
Çelim Çelim Çemçecük ya da Çemçegelin, çubuk halindeki tahta parçalarını bir araya getirip üzerine çeşitli bez parçaları ile süsleyerek gelin haline getirilen bir nevi totemdir. Çocuklar bunu (büyüklerde yaparlar) kapı kapı dolaştırıp hem yağmur yağması için maniler söyler ve kendilerine de bir şeyler isterler. (Bu gelenek kurak geçen yaz aylarında yağmurun yağması için başvurulan bir halk inanışıdır.)
Kapı kapı dolaştırılan bu bebek, her evin kapısı açıldıktan sonra evin reisi tarafından karşılanır. Evin reisi yağmur yağması dileğiyle önce bebeğin üzerine su döker, çocuklara da şeker verir.
Bebeği taşıyan çocuk grubu hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylerler:
Çelim çelim çemçecük                           Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur                          Ali binmiş atına                      Tarlada çamur tabakta hamur
Çemçecüğe ne gele                                Çıngır çıngır çıngır tas                                            Sürmüş göğün katına             Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur.
İneklere ot gele                                     Birini kaldır birini bas                                            Gökte ne var bir hurma
Bızavlara süt gele                                   Anber oğlu hastadır                                               Dalları burma burma

Tarlada çamur tabakta hamur               Kekliği kafestedir                                                   Onu yiyen hacılar hak yoluna durmuşlar


Whatsapp Button works on Mobile Device only

Bir şey yazın ve Enter tuşuna basın